Çığlıklarım Duyulmadı: Bir Annenin Sessiz Vedası

Hiçbir belirti yokken, eczanenin önünden geçerken “Bir test alayım, bu ay da olmazsa artık stres yapmayacağım” diye geçirmiştim içimden; birkaç aydır hep tek çizgi gördüğüm için, biraz da umutsuzluk kaplamıştı kalbimi… Ama aklım böyle dese de kalbim hissetmişti ve çift çizgi görmüştüm o gün. Allah'ım ne büyük mutluluktu, sanki benim varoluş sebebim anne olmaktı…

Benim mucizemdi, içimde bir can oluşuyordu. Ağlamak, gülmek birbirine karışmıştı... Eşimle sanki bir cam kürenin içinde, tatlı bir tınıyla geçiyordu günlerimiz...

Nihayet miniğim 3 aylık olmuştu, kontrol günü geldiğinde kalbimiz deli gibi atıyordu; bir ihtimal, belki cinsiyet öğreniriz diye...

Nereden bilebilirdim; karnımda kelebeklerle girdiğim doktorumun odasından, kalbim kor gibi çıkacağımı...

''Kistik Higroma'' - daha önce adını duymadığım bir hastalık, ultrasonda bebeğimin tüm vücudu kist içindeydi. Doktorum konuşuyordu ama ben duymuyordum, sadece “Acilen perinatolojiye gitmen gerekiyor” dediğini hatırlıyorum…

O odadan nasıl çıktık, perinatolojiye nasıl gittik hatırlamıyorum. Görmüyordum, duymuyordum; sanki zaman doktorumun söylediği “Kistik Higroma” kısmında durmuştu benim için.

Ultrason, tahliller derken büyük bir vakıf hastanesine sevkim yapıldı; CVC yaptırmam isteniyordu, yani plasentadan parça alınacaktı…

Öyle küçülmüş hissettim ki kendimi; sanki rüzgarda savrulan bir yapraktım. Oradan oraya savruluyordum; tam dalımdan kopup uçacak gibi hissettiğimde, elimi sımsıkı eşimin elinde hissediyordum...

Süreç böyle başladı; CVC yapıldı ve sonuç genetiğe gitti, Trizomi 18 teşhisi koyuldu bebeğime…

Kalp ileri derecede anomalili, tüm vücut kist içinde, parmaklar üst üste, göbekte ne olduğunu bilmediğim bir şişlik, cılız bir kalp atışı vardı ama doktorlarımın söylediğine göre birkaç hafta içinde, hatta bir kaç saat içinde durabilirdi...

Beni zehirleme tehlikesi vardı, rahmimi kaybetme durumum vardı...

Hiç mi umut yok diyordum gördüğüm her doktora, hemşireye… Ama yoktu. Ve heyet sonlandırma kararı aldı.

Hayatımın en zor en acı kararıydı. Canımı bu kadar yakan başka bir şey daha hatırlamıyorum ömrüm boyunca. Ve süreç böyle başladı. O gün yatışım yapıldı. Ben kürtajla alınır sanıyordum, ta ki sorana kadar; normal şekilde doğuracaktım. Allah'ım, nasıl olacaktı, ne yapacaktım, bana ne olacaktı bilmiyorum… Kocaman bir belirsizlik. Beni damar yolu ve tahlillerim için doğumhaneye aldıklarında o an doğurtacaklar sandım ki, o kadar bilmiyordum ne olacağını.

Tahlillerim yapıldıktan sonra servise çıkarıldım, 4 saatte bir vajinal yoldan rahime ilaç verilecekti; önce kasılmalarım başlayacak ve doğum başlayacaktı. Ve ben birkaç saat içinde bebeğimden ayrılacağımı sanıyordum. Fakat öyle olmadı. 4 saatte bir aldığım ilaçlar neticesinde ancak 32 saat sonunda başlamıştı doğum. O 32 saat, yıllar gibi geçiyordu bana. Her 4 saatte bir ilacı almam, canımı çok yakan çatı muayenesi ve üstüne gördüğüm kırıcı muamele…

Ruhsal olarak müthiş bir acı çekiyordum, bir de fiziksel acım, sancılarım... Bitmeyecek sanıyordum bu acı. Bir uyusam, bir uyansam, kabus olsaydı hepsi...

Ve son 2 saat… Artık odamda bayılacak duruma gelince doğumhaneye alındım. Bebek gelecek ve bitecek sanıyordum. Bilmiyordum doğumhane koridorunun en sonunda, buz gibi bir odada, çatalda tek başıma sancı çekeceğimi... Yarım saatte bir doktor gelip muayene edip gidiyordu. Her gelişinde yalvarıyordum: Beni uyutun… Fiziksel acıya bir şekilde dayanıyordum ama asıl acıyan ruhumdu... Benim hayallerimdeki doğum bu değildi. Sonunda yavruma kavuşmak yoktu o odada…

Tek başıma kalıyordum o çatalda; ne bir hemşire, ne bir ebe… Kimse yoktu yanımda. Allah'ım, ne yapacaktım? İnsan kendi kanamasından korkar mı? Ben korktum. Ya bebek gelirse, ne yapacağım? Ve maalesef korktuğum oldu. Tek başımayken bebeğim geldi. Minicik ellerini görebildim sadece… Gerisi çığlıklarım, haykırışlarım...

Ben 2 saat boyunca orada canım çekilircesine sancı çekerken gelmeyen doktor, hemşire, ebe, öğrenci kim varsa, benim çığlıklarımla bir anda odaya dolmuştu...

Ağlıyordum, bebeğimi görmek istiyordum. Maalesef göstermediler. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki anlayamıyordum… Ağlamaktan nefes alamıyordum. Ve kürtaj başladı. Tam 15 kişinin karşısında kürtaj ediliyordum. Doktora “Artık beni uyutun, kalbim acıyor” desem de karşılık bulamadım...

Uyutmadılar. Canlı canlı kürtaj edildim. Ama artık acıyan bedenim değil, ruhumdu. Ben, evladını o masada bırakmış, yaralı bir anneydim...

İnsan 2 saatte 10 yaş alır mı? Ben aldım… Zaten çok zor olan bir süreci daha da zorlaştırmak neden? Hala bunu sorguluyorum…

Ebelerin görevi doğum esnasında anneye destek değil miydi?

Tek isteğim, o anlarda elimi tutan birinin olmasıydı.

Maalesef ben o desteği göremedim hastanede. Çok kırgınım, çok yaralıyım. Belki de ömür boyu doğumhanedeki o 2 saati, o kocaman yalnızlığımı unutamayacağım.

Umarım bu yazdıklarım bu branştaki sağlıkçılarımıza ulaşır, belki benim hikayem birilerinin kalbine dokunur...

Doğum şekli ne olursa olsun… Sonuç bir bebeğe kavuşmak ya da bir bebeği kaybetmek olsun, o an bir annenin en büyük ihtiyacı, şefkatli bir el ve “Ben buradayım, korkma” diyen bir ses...

Dallarıma tekrardan bahar gelmesi dileğiyle...

Semra…